29 Aralık 2008 Pazartesi

Erkin Baba

sevince, sevince
sevince durma durma koş ardından
zaman yoktur git aşkı iste ondan
sevince tüm insanlar bir başka
durma dostum sen de yer ver aşka
sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan
aşık oldum galiba yavaştan
oo sevince

öyle bir yol tutmuşum ki sorma
inandım ki sevince vardır dünya
sevincedir günlerin bir başka
durma dostum sen de yer ver aşka
sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan
aşık oldum galiba yavaştan
oo sevince

olacak mıydım ben bu halde
olacak mıydım ben bu halde
sevince tüm insanlar bir başka
durma dostum sen de yer ver aşka
sevmek bil ki doğmaktır yeni baştan
eriyorum galiba yavaştan
oo sevince



Erkin Koray, bizim gibi bir yengeçmis..
Az önce ögrendim, ve belki de sarkilarindaki duygusalligi, o ince tiniyi ve insanin ruhuna isleyen inceligi ve dokunusu anlayabildim, sonunda :) Bazilarimiz belki sadece hos vakit geçirmek icin dinler geçer ama.. seneler olmus.. seneler geçmis ve biz onu hala severek ve begenerek dinliyoruz.. demekki var bir seyler, hepimizi sarip sarmalayan.. bizi aska getiren.. Hele ki hayatimizda sevdigimiz varsa.. o zaman daha da bir ruhumuza..

Bazen farkli oldugumuzdan dolayi toplum ve/veya çevremiz tarafindan garipseniriz. Neden ki? Her insan farkli degilmidir zaten? Herkesten farkli hareket edildiginde direk "tuhafsin" garipsin, acaipsin damgasi yersin. Insanin kisiliginin gelismesinde zaten surekli engel yasamamis midir? Ya ailesi tarafindan, ya arkadaslari tarafindan. Farkli olan seyler bizi korkutur, korkularimizi engellemek icin farkli olan insanlarida engelleyerek birçok seyi hallettigimizi sanariz, oysa..
Oysa o farkililiklar bizi "biz" yapmiyor mudur? Erkin beyde vakti zamaninda uzun saç ve uzun topuk, psychedelic rock, elektrogitar v.s. gibi farkli unsurlarla kendini toplumun genelinden ayri tutmamis midir? Insanlari olduklari gibi kabullenmek lazim, onlari yadirgamaktansa..

Ben sizi birkaç sarkisi ile basbasa birakayim..


sen gittin saçlarıma erimez karlar yağdı
mevsimlerin tadı yok baharım sende kaldı
ansızın gidiverdin haber bile vermedin
hem kendin harap oldun hem beni benden ettin
***
Sana başka sözüm yok bu alem içinde
Bir alemsin şaşkın sen alem içinde
***
Birden dursun istersin seneler olunca mazi
Anılara kapılıp kanma dünyanın düzeni böyle
Öyle bir geçer zaman ki öyle bir geçer zaman ki
***

Yanağım yanağında, dudağım dudağında
Salla beni sevgilim gönül salıncağında

Aşkında varsa payım söyle neler yapayım
Sallasana doyayım gönül salıncağında

Gözlerimi kapayım derdimi unutayım
Salla beni uçayım gönül salıncağında
Başım dönsün,herşey dönsün salla beni
Dünyam dönsün gönül salıncağında

28 Aralık 2008 Pazar

midori



Kalbimin tek bir atışı,
Bir iç çekişiyle bile gerçekleşen bir dilek.
Sana bakmak bile dolduruyor içimi sıcak bir duyguyla.
Kusur araraken bir yandan ödlekçe bir aşkta.

Senin o sakar şefkatin olmasa.
Kendime saklarım uçuşan gözyaşlarımı.
Hepsi hızla akıp geçse de, sadece bu taşan duygulara inanıyorum.
Bir gün senin için özel olmayı, beni tüm kalbinle sevmeni istiyorum.

Kulağımda çınlayan melodi sana ulaşırken,
Dans ediyor kalbim gök kuşağının renkleriyle.
Sımsıkı tutun bu sevgi dolu günlere...


Midori no Hibi - wikipedia


2009'da kismetse uzun soluklu ama bir turlu ucundan tutamadigim,
yarim kalmis bu guzel ve guzide animeyi "baslayip" bitirmek istiyorum :)
Yukaridaki iste açilis sarkisidir efeem..
yardimci olan 2 gúzel insana da buradan tesekkurler.
Bu arada "midori" yesil demektir, ondan kizimizin saçi yesil :)

26 Aralık 2008 Cuma

Karanlik korkusu

Dünyanın tükenmesine katkıda bulunmaktan korkuyorum.
Buna manı olamamaktan da korkuyorum.
Ne yapacagımı bilmiyorum.
Hiçbir şey yapmadığım için korkuyorum
ve korktugum için hiçbir sey yapamıyorum.
Ama kesinlikle bir şey yapmalıyım!
Kafamın içi basit korkularla dolu.
Etrafımı çeviren ve bana eşlik eden
keskin uçlu korkular.
Sinmemi sağlayan korkular!
Yaşamak mı? Evet ama nasıl?

Bir gün okuldan eve döndügümde

uzun ve güzel saçlarını kestiğini fark ettim.
Sonumuzun yaklaştığını o an anlamıştım.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorum.
Sonsuza dek her şeyin biteceğini biliyorum.
Ama beni hâlâ sevmesini çok isterdim.
En azından seviyormuş gibi görünmesini..

Sıradanlıktan korkuyorum.
Sıradan olmaktansa, sıfır olmaya razıyım.
Fark edilmemek, hiç iyi bir kader degil.

"Hajime Hajime, neredesin Hajime?
Aramıza bir yabancı geldi..."



Tür : Animasyon / Korku / Gizem
Yönetmen : Blutch , Marie Caillou , Pierre Di Sciullo , Jerry Kramski ,
Lorenzo Mattotti , Richard McGuire , Michel Pirus , Romain Slocombe
Senaryo : Blutch , Charles Burns , Michel Pirus , Pierre Di Sciullo , Romain Slocombe
Müzik : Laurent Perez
Yapım : 2007, Fransa , 85 dk.


İnsanoğlunun fobi ve korkuları uçsuz bucaksız. Karanlık korkusu, yalnızlık korkusu, kan korkusu, şeytan korkusu diye liste uzar gider. Fransız yapımı animasyon korkularımızla yüzleşmemizi sağlıyor. Farklı animasyon tekniklerine sahip siyah beyaz kısa animasyonlardan oluşan çalışmanın kadrosunda ünlü çizgi romancı Charles Burns de var.

Dünyanın en gözde altı grafik sanatçısı ve çizeri kâbuslarına hayat üflediler, korkularının temeline indiler ve kâğıt üzerindeki çizimlerini sinema perdesi için canlandırmayı kabul ettiler: Her biri kendine özgü üslubuyla, renkleri ancak ışığın çıplaklığını ve gölgelerin zifiri karanlığını yakalamak için taşırarak... İç içe geçmiş hikâyeleri, fobilerin, tiksintinin ve kâbusların ete kemiğe büründüğü, benzeri görülmemiş bir destana dönüşüyor.

23 Aralık 2008 Salı

Bi-mong



















Her rüya bir hatıradır.
Rüya aracılığı ile sırf doğum hatıralarını değil
birçok geçmiş nesli de görebilirsiniz.
Bir rüya, insanın gelecek korkusu da olabilir.

Benzer şeyleri farklı yollardan yapıyorsunuz.
Sen eski sevgilini rüyalar aracılığı ile görmek istiyorsun.
Sen de uyurgezerliğinle kendini eski sevgiline götürüyorsun.
Senin mutluluğun onun felaketi olacak.

Birbirinize aşık olmaya ne dersiniz?
O zaman rüyalar yok olur
ve uyurgezerlik de düzelir.
Rüyanın sınırları yoktur.
Korkunç bir felâket getirebilir.
Bunu sakın unutmayın.

Uyumak üzereyim.
Gözlerimi açık tutamıyorum.
Kötü bir rüya görürsem,
benden nefret etme.

Uyumak, ölmek gibi değil.



Bi-mong/Rüya (2008) - altyazi
imdb

Jin, gece gördüğü kabusta bir trafik kazasına tanık olmuştur. Uyandıktan hemen sonra kabusta gördüğü mekana giden Jin, burada kısa bir süre önce gerçekten de bir kazanın olduğunu öğrenir. Jin, polisi olayın şüphelisinin evine kadar izler. Şüpheli Ran suçlamaları reddetmekte ve bütün gece uykuda olduğunu iddia etmektedir. Polis Ran’ın ifadesini ciddiye almaz ve onu tutuklar. Jin, ikisi arasında açıklanamaz bir bağ olduğuna ikna olmuştur. Ran, uykusunda Jin’in rüyalarında gördüklerini gerçekleştirmektedir.

Girift, incelikle örülmüş öyküler yaratmadaki ustalığını yeni bir seviyeye taşıyan Koreli usta Kim ki Duk önceki eserleri kadar yankılara gebe ve cüretkar yeni filmi “Rüya”da düşler ve gerçeklik arasındaki sınırları bulanıklaştırıyor.

Aybike'den ek: esas oglanimiz bir Japondur. Kim-ki Duk filmlerinde iletisim kopuklugunu isler, sembolizmin ve dinsel ögelerin haricinde, renkler ve muzik uyumunu da sakin unutmamali.. Erkek film boyunca Japonca konusmaktadir, diger oyuncularsa Korece (eh artik uzak dogu çevire çevire kim hangi dilde konustugunu anlayabiliyoruz artik :P ) Filmi izlerken 2 farkli dilde konusuldugu anlasilmiyor, oyuncular bunu iletisim kopuklugu olmadan çok guzel islemisler


14 Aralık 2008 Pazar

99 Francs



Son teslim tarihi olan her şey gibi

insan da bir ürün sayılır.

Ayda 75.000 Frank karşılığında,
hayatımı sizi kandırmakla geçiriyorum.
Birikimlerinizi bir araya getirip
hayalinizdeki arabayı alana kadar
modasının çoktan geçmiş olmasını sağlıyorum.
Sizi kösteklemeyi her daim başarıyorum.
Kafanızın içine girip, sağ beyninize işliyorum.
Arzularınız artık size ait değil.
Benimkileri size empoze ediyorum.

Kokainsiz hayat onun için yeni bir keşifti.
Başkalarına göre televizyonsuz bir hayat gibi diyebiliriz.
Her şey çok yavaş ilerliyor ve çok çabuk sıkıntı veriyordu.
Belki de dünyayı kurtaracak olan sırrı kendine açıklıyordu:
"Can sıkıntısını kabullenmek."

30 saniyelik insan beyninin fiyatı
ne kadar biliyor musunuz?

Her yıl, dünya çapında reklama ayrılan bütçe 500 milyar dolar artıyor.
Bir BM araştırmasına göre bu miktarın sadece %10'nun dünyadaki
açlığı yarıya düşürmek için yeterli olacağını ortaya koymuştur.

Frédéric Beigbeder’in 99 francs İsimli Romanından:
Reklâmcıyım. Kâinatı kirletiyorum. Ben size pis şeyleri bile satan adamım. Asla sahip olamayacağınız o şeylerin hayalini kurduran... Photoshop'ta rötuşlanmış kusursuz bir mutluluk... Kılı kırk yararak oluşturulmuş görüntüler, moda müzikler. Zar zor biriktirdiğiniz paralarla, son kampanyada itelediğim rüyalarınızın arabasını satın almayı başardığınızda ben onu çoktan demode etmiş olacağım. Sizi yenilik bağımlısı yapıyorum. Yeniliğin avantajı, hiçbir zaman yeni kalmamasıdır. Salyalarınızı akıtmak: benim görevim bu. Benim mesleğimde kimse mutlu olmanızı istemez, çünkü mutlu insanlar tüketmezler. Çektiğiniz acı, ticareti canlandırıyor. Bizim jargonumuzda buna "Alışveriş sonrası düş kırıklığı" deniyor. Size acilen bir ürün gerekiyor; ama ona sahip olur olmaz bir başkasına gereksinim duyuyorsunuz... İhtiyaçlar meydana getirmek için kıskançlığı, acıyı, doyumsuzluğu körüklemek gerekiyor. İşte benim savaş gereçlerim bunlar. Hedefim ise sizsiniz.


11 Aralık 2008 Perşembe

Ask Bitti..

Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi
Aşk hiç biter mi




Kalır adımızla, Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda, Bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte, Bir defter arasında
Bir tırnak yarasında, Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada, Bir yastık oyasında
Bir mum ışığında, Bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi

Kalır dilimizde, Yinelenen bir şarkıda
Bir okul çıkışında, Bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta, Bir masal perisinde
Bir hasta odasında, Bir gece yarısında
Kalır bir durakta, Yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte, Dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi

Kalır bir sokakta, Bir genel telefonda
Bir soru yanıtında, Bir komşu suratında
Kalır bir pazarda, Bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde, Bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda, Bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında, Bir vapur bacasında
Aşk hiç biter mi

6 Aralık 2008 Cumartesi

Sinterklaas

5 Aralik Sinterklaas'in (kisaca Sint) dogum gunudur. Hollanda'da, Belçika, Surinam, Endonezya ve farkli sekillerde de olsa diger Avrupa ulkelerinde kutlanilan bir "dini" bayramdir. Sinterklaas çocuklar için gelir, yaninda yardimcilari olan zenciler, yani Zwarte Piet'leri vardir. Aksamdan soba kenarina ayakkabilarini birakan çocuklarin evlerini geçeden ziyaret eder, bacadan girip, ayakkabilarinin içine hediyelerini birakir.. Tabii o çocuk sene boyunca uslu ve akilli durmussa, yaramazlik yapan avcunu yalar :P

Sinterklaas, yani Sint Nicolaas Hollanda'da ulusal bir çocuk bayrami olarak kutlanmaktadir. Kökeni Türkiye'ye dayanan bir hikayesi vardir. Aslinda 4. asirda Myra'da (simdiki Demre) yasamis bir piskopoz olan Nikolas'i anlatir. Özellikle fakir çocuklara yardim eden b'r azizdir, önceleri sadece Ortodoks hristiyanlarin andigi, ama 13. asirda Isim Günü verilen (6 aralik- ayni zamanda öldügü gündür) Bati Avrupa'da kutlanmaya ve anmaya baslamistir. Türkiye'de yasamis olmasina ragmen, nedence her sene Kasim ayinda gemiyle Ispanya'dan Hollanda'ya gelir, büyük bir senlik içinde çocuklar gelisini karsilar, saga sola sekerler ve zencefilli kuçuk kurabiyecikler (pepernoten) firlatilir. 5 aralik hediyelesme gunu oldugu için, okullarda ve bazi aile ortamlarinda "suprize" yapilmasi için isimler kura ile çekilir, çikan kisiye ufak bir Sint siiri hazirlanir, ufak bir hediye alinir (genelde kura kagidina isimle birlikte istedigi birkac hediye belirtir) Sonra hediye orjinal bir sekilde paketlenir. Hatta bazen hediyeden daha çok paketi dikkat ceker :) sira ile herkes hediyesini acar, ve siirini okur..


Sinterklaas 5 aralikta okullari da ziyaret eder, Noel babada oldugu gibi çocuklar kucagina oturur, seker ve hediyeler verilir. Yardimcilari neden zencidir onu hala anlamis degilim, ama sanirim bacadan gecerken yüzleri gözleri kömür oluyor, herhalde ondandir :) Sint'in ati ile çatilarda gezmesi, hediyeler birakmasi Germen geleneginden gelen bir inanistir, eski skandinav tanrisi olan Odin'e bir göndermedir, yani kisaca hem ortodoks (yunan) hem de Germen birlesimi olan bir hristiyan çocuk bayramidir mi? Bilmiyorum, tarihine indikce bu isin.. daha da icinden çikilmaz hale geliyor hani isin icine mitoloji ve din girince..

Gelelim Noel babaya, bir sekilde bu adaminda Sinterklaas geleneginden türedigi söylenmektedir, söyle ki eskiden New York Hollandalilara ait oldugundan, bu bayram orada da kutlaniliyordu (birazdan ingilizce alintiyi eklerim) fakat diger taraftan simdiki Noel baba kaç senedir kutlanmakta ki? Hatta o kirmizi kiyafeti 1950'lerde Coca-Cola tarafindan tasarlanmamis midir? Wiki'nin dedigine göre görünüsü bile yine bizim büyük Odin'e benzemektedir. Kis aylari oldugundan, yine benim bildigim kadari ile çam agaci suslemesi Skandinav ülkelerinden, al iste yine basimiza Odin ve mitolojisine çattik :P Konumuz Sinterklaas'di sanirim :)

Sinterklaas was Americanized into "Santa Claus" but lost his bishop's apparel, and was at first pictured as a thick-bellied Dutch sailor with a pipe in a green winter coat. Sinterklaas is the basis for the North American figure of Santa Claus It is often alleged that, during the Amerikan War of Independence the inhabitants of New York City a former Dutch colonial town (New Amsterdam) which had been swapped by the Dutch for other territories, reinvented their Sinterklaas tradition, as Saint Nicholas to be a symbol of the city's non-English past. The name Santa Claus supposedly is derived from older Dutch Sinte Klaas.

Farkli memleketlerde, farkli kültürler içinde yasayanlar, farkli deneyimlere sahip oluyor, biz bu geleneli burada hepimiz biliyoruz ama, Türkiye'den birine gel bunu anlat simdi :) Ayni sekilde bir 23 nisan veya 19 mayis baska ülkelerde pek bir sey ifade etmesede, Sinterklaas'da bilmeyen ve bunu yasamayanlar için pek bir sey ifade etmemekte. Bugün kutuphanede bana ufak bir hediye paketi hazirlanmis, demekki bu sene uslu uslu durmus ve yaramazlik yapmamisim :P


Sinterklaas
wikipedia

24 Kasım 2008 Pazartesi

Kücük Denizkizi Ponyo

Risa, adını Ponyo koydum.
Ponyo ona çok yakıştı.
Üstelik sihir de biliyor.
Elimi yaladıktan sonra,yara kayboldu.

Bu bir deniz kızı değil mi?
Derhal geri denize atın. Yoksa tsunami felaketi olur.
Bir deniz kızı karaya vurursa ardından tsunami gelir.
Bu eski bir efsanedir.

- Hem Ponyo insan olmak istiyor.
- İnsan mı? Aptal ve korkunç bir yaratık olup da ne yapacaksın?
İnsanlar denizdeki canları öldürüyorlar. Ben de bir zamanlar insandım.
İnsanlıktan uzaklaşmak için çok şey feda ettim.

Tatlım, izin ver de Ponyo gerçek bir insana dönüşsün.
Eski bir efsane göre bu mümkün. Eğer o çocuk sadık kalırsa
Ponyo sihir gücünü iade edip gerçek bir insan olabilir.
Aksi taktirde Ponyo zerreciklere ayrılıp yok olacaktır.

Sosuke, Ponyo insan olabilmek için mührü kırdı.
Ponyo'nun bir insan olabilmesi için onu olduğu gibi
benimseyecek bir erkeğin olması şart.
Onun bir balık olduğunu biliyorsun.
Ponyo senin kanını tattığı için bir deniz kızına dönüştü.
Onun yarı insan, yarı balık olduğunu
bilerek onu kabul ediyor musun?




Ponyo, küçük bir Japon balığıdır. Bir gün 5 yaşındaki Sosuke onu deniz kenarında bir kavonozun içinde bulur, çıkarayım derken de eli yaralanır. Balık çocuğun elini yalayıp iyileştirir. Sosuke ona Ponyo ismini koyar ve evine götürür. Fakat onun gaddar babası peşlerinden gelip Ponyo'yu evlerine, yani denizin derinliklerine geri götürür. Ponyo yarayı iyileştirirken insan kanı tattığı için bir deniz kızına dönüşür ve babasından kaçarak, tekrar Sosuke'nin yanına gider. Gider gitmesine de..
Gerisini öğrenmek için izlemeli :)

Ponyo büyük usta Hayao Miyazaki'nin eseridir. Sosuke karakteri torununun bir yansımasıdır. Miyazaki'den izlediğim ikinci şaheserdir, ilki beni pek tatmin etmemiştir. Bana göre fazla pastel ve hayalperest bir dünyası vardı, hani rüya ve gerçek arasında ve fazla yaratıklar dolanıyordu. Fakat Ponyo ilk anından itibaren beni bünyesine aldı. Sarıp sarmaladı.. Çocukların o sevimliliği, o masumiyeti ve o içtenliği.. insanın içindeki kendi çocukluğunu tekrar alevlendirmesi.. Bacak kadar boylarına rağmen dünyaya meydan okumaları.. sevdikleri için ve istedikleri için, birbirlerine güvendikleri için. Rahatından ve konumundan vazgeçen bir deniz prensesi.. Onu koruyup kollayan ufacık bir erkek çocuğu.. İste bunlardan feyz almak lazım. Hani işlerin sürekli ters gitmesine alışık bir zamanda yaşıyoruz ya, hani o animede renkler kararıp, fırtınalar koptuğunda acaba bir felaket mi olacak.. kavuşamayacaklar mı diye endişeleniyoruz ya.. Bizi endişelendirsede, Miyazaki konuyu çok güzel bağlamış, sadece küçük çocukların değil, senin benim gibi büyük çocukların dahi yüzünde koca bir tebessümle izleyeceği, hoş vakit geçireceği başarılı bir hikaye olmus... Hele sonunda "Ponyo, Ponyo, Ponyo" şarkısı insanı daha da bir ısıtmakta :)

Ben bunu Züliş için çevirmiştim, iyi ki de çevirmişim..
Hep büyüklerden değil, bazen de küçüklerin dünyasına bakıp öğreneceğimiz şeyler olduğunu görmek ne güzel. İyi seyirler ^_^


15 Kasım 2008 Cumartesi

Raymann is laat

Sibel'le saz kursu için telefonda gorustugumde, maalesef yilbasindan sonraya iptal edildigini soylemisti. Yazdan beri heyecanla bekliyoruz ama musait bir lokal ayarlanamamis pazartesi gunu icin, erteleye erteleye, 2009'e girecegiz anlasilan :P
Neyse sonra carsamba gunu gelsene dedi, nereye dedim.. Raymann'a gidecegiz Rotterdam'a... eh madem öyle geleyim hadi degisiklik olsun dedim. Türk ögrenci dernegi olarak.. Simdi adini soyleyip reklam yapmis olmiyayim ama neyse soyleyim yine de :P Eurasia SV.

Istasyonda bir uyuzluk yuzunden Rotterdam trenini kacirdim, ben oraya varana dek, millet studyo'ya gecmis.. neyse sorun degil, Spangen tranvayina atladim, Sibel indikleri duragi soyledi, hatta sag olsunlar beni duraktan aldilar birlikte yuruduk studyoya.. Raymann Surinam asilli bir komedyen, fakat unuttugum televizyon program olmasi, yani kameralari falan ancak iceri girip gordugumuzde idrak ettik :P Hehehe
Neyse iceriye girdik, yaklasik 40 ogrenci falan gelmis, ve bir suru insan.. sanirim 350-400 kisi falan vardi, biz perdenin acilacagi en on tarafa gectik, ha birazdan, ha simdi acilir diye ama nerde, yarim saatten fazla ayakta dikelmek zorunda biraktilar :P Oradakilerle biraz akraba da olduk sayilir, arkamdaki kiz omzumu kolunu yaslayip abandi hehehe, neyse dedim Turk zarar gelmez :P Yaw o yarim saatte neler dondu neler.. guvenlik gorevlileri atacakti bizi neredeyse :P Perde bir taraftan aciliyordu nedense.. guvenlik gelip tutuyordu eliyle.. kizlar gidikliyordu adamin elini falan hehehe.. hani onde olunca arkadanda itelemeler oluyor, biz iyice yapistik birbirimize neredeyse :P Sibel'e dedim acildiginda kos.. sandalyelere bayagi yer var, yerimizi kap.. sen hic merak etme demisti ama.. buna gerek kalmadi cunku ilk girenlerden olduk :) Hatta on siralardaydik..

podyum onunde 2 sira vardi, bi tarafta 5 kisilik, diger tarafta on sirada iki kisilik ve ortada viskos masas, 2nin arkasindaki 4 kisilik yere oturduk ama Sibel guvenlik gorevlisine sorup viskoslu, yani en one oturdu.. Iste sansimiza artik programin 200'uncu bolumune denk gitmisiz, herkese sapka dagittilar, ve Raymann sahneye cikip anons yaptiktan sonra hepimiz sapkalari takacaktik, (beyaz, mavi ve kirmizi renklerde, yani Hollanda bayraginin renkleri) biz illaki kirmizi istiyorduk, sag olsun kirmadilar da bizi :P Bazi program kurallarini anlattilar, mesela kameranin icine öküz gibi bakmamak, asiri spastik hareketler yapmamak, $akayi anlamasanda, herkes gibi gulmeye devam etmek gibi :P Güzeldi yaa.. Kamera calismadigi anlarda Raymann'in bizi guldurmesi, program yonetmeni ile dalasmalari, kostum degistirdigi anlarda sahneye çikan rapci (repci mi deniyor turkce? :P)

iste Surinam'in basbakani Venetiaan o hafta uluslar arasi toplanti için Rotterdam'da bulunuyormus, gelmisken Raymann'a da gideyim demis iste. (Surinam neresi derseniz, Güney Amerika'da bir ülke, eskiden Hollanda sömürgesi altindaymis, ayni Güney Afrika ve Endonezya gibi). Buraya gelen ilk gurbetcilerden sayilirlar, yani Fas ve Türkiye öncesinden. Neyse tarih dersine baslamiyalim simdi :) Güzeldi gercekten.. Neyse ben isimin basina döneyim artik :)

10 Kasım 2008 Pazartesi

Aska Dönüs..

Canim,
Seninle zaman nasil akip geçti..
Günler aylari, aylarda insallah yillari kovalar..
Ve biz Allah'in izniyle hep birlikte, bir arada oluruz..
Iyi ki varsin, ve iyi ki hayatimdasin..

Seni seviyorum!
ÇGPP :)




Aşka Dönüş

Dönebilmek o dönüşü olmıyan yollardan
Sürekli bir aldanış bir daha bir daha
Hiç bitmeyecek gecelerden bir sabaha
Çıkabilmek ve sevmek durmadan usanmadan

Konuşmak konuşmak gözlerle fısıltılarla
Duymak büyülü sıcaklığını beyaz ellerin
Her geçen dakika var olduğunu anlamak için
Yaşamak arzu dolu dudaklarda, şarkılarla

Unutmak ne varsa kötülükten yana
İnmek sevilen gözlerin derinliğine
Öyle mutlu, öyle sarhoş, alabildiğine
Bin yıl içmek o sulardan kana kana

Her gün ona koşmak dağlardan tepelerden
Her yerde, her zaman onsuz edememek
O en tatlı hayal, en büyük gerçek
Anlarsın taşan o günlerden gecelerden

Sonra bir gün o bütün karanlıkları yırtasın gelir
Başını alıp gidesin gelir uzak denizlere
Artık her şey boş ve yalan sevdin ya bir kere
Her yerinden bir buğu halinde o yükselir

Sen yoksun artık anla yeryüzünde bir o var
Onun elleri var, gözleri, dudakları
Anlarsın tenin beslediği zaman toprakları
Ve hala seversin zaman bitinceye kadar

Yeniden var oluştur ya da bir başka türlü oluştur bu
Nice aldanmalardan sonra bir aşka dönüştür bu!
Ümit Yasar Oguzcan

9 Kasım 2008 Pazar

Turkiye 2008

Merhaba, yine ben :)
Iste bazen günlerce bir sey yazamaz insan, bazende basladiginda ardi arkadasi gelmez, ayni bugün oldugu gibi. Sonunda oturup biraz resimlerimi duzenleyebildim, bu pekte kolay olmadi gerçekten, 1000'den fazla resim olunca secmekte zor oluyor, neyse, birkac tanesini anlatayim, belki ileride daha fazla resim eklerim..



Ucaktan kusbakisi Istanbul civarlari.. Uçak Yesilköy'den kalktigi zaman genelde bir de Marmara denizi üzerinden turlar, bir iki öylede resim var ama maalesef pek net çikmamislar :)



Burasi Istiklal'de ki konsoloslugumuz. Tatilin sonlarina dogru Sibel'cigimle bulustuk, kendisi BLD"den is arkadasim olur, gerci simdi okula basladigi için isi birakti, Taksim'de bulusmak için anlastik, ve o kadar gezmesine ragmen konsoloslugu görmemis, dedim aaa olur mu? Ne büyúk bir eksik :P Hemen gidip baktik, kizkardesimle onunde resim çekinirlerken millet nedense garip garip bakindi, herhalde konsolosluk onunde cekilen resimler garipseniyor :P Ben o gün birde sazimi almistim, acaba ondan mi garip garip bakiyorlardi anlamadik :D



Bursa'ya ilk 2002 yilinda gitmistim, kismet bu senede yolumuz düstü, yine ayni Iskender'de.. yine o tadi damagimizda kaldi.. Kismet, belki daha çok yeriz :) Kebabin da resimleri var ama simdi buraya yukleyip milletin agzini sulandirmak istemedim :P



Gerede - Bolu,
dedemlerin balkonu, eskiden burada balkon yoktu, 2 sene önce bozup balkon haline getirmisler :) Sabahlari burada kahvalti yapmak çok guzel. Temiz hava, bol oksijen, sabah uyandiginda insan kendini tüm dertlerinden ve agrilarindan kurtulmus hissediyor. Dedemle oturup sohbet ettigimiz aklima geliyor bu resmi gördükce.. Allah sana ve annanneme uzun ve saglikli ömür versin.

30 günlük Türkiye tatilini anlatsam daha çooook zaman alacaktir, gezdigimiz yerleri - Istanbul, Ankara, Bolu, Bursa, Kusadasi, Afyon... Onun için ben artik susup, lafi resimlere birakiyorum...

Turkiye 1 ve Turkiye 2 resimleri

Turkiye'den iste



Turkiye tatilimizde karsimiza çikan güzel manzaralari ölümsüzlestirelim dedik. "Yavas Korna Çalma!" Nasil yani? Burasi Karaköy civarlari, Galata kulesini gezip otobus yoluna çikalim derken, ters yerden inmisiz meger, hatta inerkende asagidaki ilac kapetini gorduk :P onu da es gecmiyelim, çekelim hatira kalsin dedik :P



Bir ilaç isminin böyle garip olmasi bizi epey güldúrmüstü, ilk defa böyle bir ilac ismi görünce..
Bu da ölümsüzlessin istedik :P


Bakirköy burasi, bir trafo, ustune bu yazilmis.. biz baktik sagina soluna ama girilecek bir sey bulamadik. resimde pek bir guzelmis yaw hehehe..



"Gözüm Optik Lens" Uskudar taraflarinda bir gözlükcü..
ki ismi çok sacma gelmisti harbiden :P



Var ya.. adini daglara yazarim :P Al iste ask insani ne hale getiriyor, yazacak bir yer kalmamis, palmiye agacinin icine etmis Kusadasi misafirleri.
Birkaç tane daha var o linklerde ama bu gúzellikleri önce paylasayim dedim :Pp

Turkiye'de günbatimi



Yaz tatili hakkinda uzun zamandir bir seyler yazmak istiyorum ama bir turlu imkanim olmadi, öncelikle su guzel gunbatimi ile baslamak istiyorum. Bugünku konumuz "günbatimi", evet evet.. Gözün gördügünü çogu zaman kamera istedigimiz sekilde kayit edemiyor, edebildigince sizinle paylasmak istiyorum. Yukaridaki resim Afyon Basmakci'ya bagli bir köye ait. Hollanda'dan tanidiklarimiza ugrasmistik Ankara yolu uzerinden 2 gün..



Bu resimde Kusadasi'na ait, bir saat süren gemi turuna katilmistik, özellikle günbatimini izlemek için.. denizin ortasinda insan kendini ufacik hissediyor, ayni anda hem özgürsün, hem bindigin o tahta parçasina muhtaçsin.. Iste bunu gözle görmek, hissetmek, rüzgarin usul usul kulagina mirildanmasini dinlemek, bir yandan deniz dalgasi, bir yandan o emsalsiz renkkusagi..



Bu da bizim kiz :) Bogaz'in el degmemis bakiresi, dillere destan, anlayani buyuleyen, Istanbul'un gözdesi, efsanesi.. güzeli, özeli, Kizkulesi..
Kizkulesi'ni gezdikten sonra, tekrar Salacak sahiline donusumuz, daha gun batmiyordu ama, yine bizi buyuleyen güzellikle karsilasmanizi istedim.. Bu 4. gidisimdi, her defasi ayri bir güzeldi, ama bu sefer yakinlarinda çalisma oldugu icin (sanirim marmaray icin) goruntusu insani bozuyordu, ustelik agustos ortasinda o aralar hava felaket sicakti ya, 40 derecenin ustunde.. buna ragmen, 5. katina çikip, gelen geçene aldiris etmeden o balkona oturup, Bogaz'a karsi biskuvi yemek çok zevkliydi :) Fransizca konusan bir ufaklik gecti daha sonra yanimizdan, yüzüklü saatime gözünü dikti, gunes isiginda parildadigi icin mi artik, ya da buyuk oldugundan sanirim, onunla oynamak istemisti, cok tatliydi ya.. cok seker :) neyse..


geri kalan resimler icin ---> ALBUM

8 Kasım 2008 Cumartesi

Kara Kitap

# Bana derler tatlı Lola, sevgilisiyim herkesin
# Bir piyanolam var, salonunda evimin
# Tatlı Lola'yım ben, her bir erkek sever beni
# Fakat piyanolama, yanaştırmam kimseyi!
# Bana derler tatlı Lola, sevgilisiyim herkesin
# Bir piyanolam var salonunda evimin
# Ve oradan biri eşlik etmek isterse bana
# Dikerim gözümü, basarım pedalıma

Ich bin die fesche Lola, der Liebling der Saison!
Ich hab' ein Pianola zu Haus' in mein' Salon
Ich bin die fesche Lola, mich liebt ein jeder Mann
doch an mein Pianola, da laß ich keinen ran..
(filmde gecen bir Marlene Ditrich)



Hollanda ne de olsa Almanya'nın bir parçası.

Hepimiz bir çeşit Alman diyalekti konuşuyoruz.

Beni ne kadar aptal sanıyorsun?
Tesadüfen hayatıma çok güzel bir kadın giriyor.
Sonra genel merkeze gelip tesadüfen aradığım
tüm pulları getiriyor.Üstelik bir de yahudi çıkıyor.
Ve bizimle çalışmaya başladığı anda Franken'ın en iyi
casusu öldürülüyor. Ne büyük bir tesadüf, değil mi?

- Çıkmayan candan umut kesilmezmiş.
- Ne umudumuz kaldı ki?
- Tommy'lerin gelmeleri.

Hollanda´nin milli marsi:
# Wilhelmus van Nassouwe, safkan bir Hollandalı
# Ölene dek kalacağım atamın topraklarına bağlı
# Her zaman hür ve korkusuz bir Portakal veliahtı
# İspanya kralına her zaman olmuşumdur saygılı


Zwartboek (2006)

Hollanda 1944… İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında güzel şarkıcı Rachel, şimdi Avrupa’daki bir çok yahudi gibi ailesinden ayrı, her an Gestapo tarafından yakalanma korkusuyla savaşın bitmesini beklemektedir... Hollanda’da gizlice yahudileri sınır dışına kaçmalarına yardım eden bir avukat olan Mr. Smaal ve karısının evine gelirler. Mr. Smaal, gönülsüzce de olsa, Rachel’I düşman hattından geçirip, müttefik topraklarında ailesiyle buluşması için ayarlama yapacağını söyler. Fakat tehlikeli bir nehir geçişi sırasında, tekneleri Alman devriyelerince pusuya düşürülür. Nazi’ler acımasızca teknedeki herkesi öldürürken Rachel, nehre atlayıp kurtulmayı başarır...

Iste bundan sonra olaylar gelisir..
Insan, savasta kime guvenebilirki?



Bildigim 4-5 dilin bir filmde bir araya gelmesi, bir birliktelik olusturmasi ve ara dil gerekmeden ceviri yapabilmek cok guzel bir olay. "Acaba dogru mu cevirdim" gibi soru isaretleri birakmiyor. Daha cok duygusal agirlikli, kisisel gelisim iceren filmler cevirmeyi seviyorum, fakat Hollanda icin 2006 yilinin medari iftiharini cevirmek benim icin buyuk bir keyif ve onurdu. Filmin buyuk bir kismi calistigim sehirde cekilmistir (Lahey-Den Haag). Iyi seyirler efendim :)

26 Ekim 2008 Pazar

bir e-mail

Beş yaşında idim. Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu.
Bir tane yere düştü. Babaannem eğildi, aramaya başladı.
Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu.
Çocukluk iste,

-Aman babaanne dedim.
- Bir pirinç tanesi için bu kadar caba harcamaya, yorulmaya değer mi?
Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.
-Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun, ' dedi.
- Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar.
Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?'
Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti. Hukuk Fakültesinde öğrenciyim. Alain'in proposlarini okuyorum.
Birden irkildim. Babaannemi hatırladım. Alain, bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur diyordu. İlave ediyordu: Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu.

On dokuz yıl evveldi. Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim. Geceydi. Sabahleyin, traş olmak i çin lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm. 'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın, yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu. Doğrusu hayretler içinde kaldım. Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir. Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı. İste o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar bir haberi duyurur. 'Şu tarihte, su saatte, adamlarımız gelecek. Siz lütfen hazırlığınızı yapın. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa, kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.' (aynı işlem Hollanda'da da var, genelde aylık veya haftalık olarak kapı önünden ya da belli toplanma yerlerinden 'kagıtlar' toplanır.)

Japonlar son derece sade, basit, yalın mütevazı yasayan insanlardır. Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir.. Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş zavallı, diye eğlenirler. Bir insanin gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır. Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor. Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar. Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;

-Şu andan itibaren Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, pirinçten başka bir şey yemeyeceğim. Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.
Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası açılır. Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan kapsadığını söylemeye gerek yok. Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazı, ne kadar gösterişten uzak...


*Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyu kapamadan bos yere akıtmakta, gece çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden yatmakla, yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de zalimler sınıfına geçmiyor muyuz?
*Hayat çok ince, akil almaz incelikte ipliklerle örülmüştür.Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki, ilk okul okuma kitabımızdaki bir sözü hiç unutmadım.

Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu..

Maddi durumumuz ne olursa olsun,
ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.
Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.

17 Ekim 2008 Cuma

Yikik..

Yıkık

Bugün yıkığım biliyor musun?
Ezginim, çaresizim, umutsuzum
Bırakma beni, insanlar kötü
Bırakma beni korkuyorum.

Bir deli otlar büyüyor içimde
Sancılıyım, yorgunum, kederliyim
Bu halini sevdim gitme kal
Çamurlar çirkefler içindeyim

Bir dayak yemiş adamım şimdi
Bezginim, kararsızım, yılgınım
Al götür beni o kayıp gecelere
Yeter ikimize yalnızlığım

Ümit Yaşar Oğuzcan




Biliyor musun?
IK ben hier, maar ben ik ook echt hier? Zoals mijn ware ik er niet is, die zit ergens ver weg van mij.. mij meesleepend. Ik weet nu niet zo goed hoe ik het moet verwoorden maar.. lekker voelen doe ik niet, verre landen ken ik niet.. niets van wat ik hoor en zie.. Hani vardi ya Blöf'un sarkisi.. Hani o zaman sabah ise giderdik, sogukta, aslinda sicakti ama icerisi soguk, yaz ortasinda.. hani bu sarkiyi calarlardi, ve herkes susardi, sakin muzigin esliginde hafif kendimizle bas basa kalirdik. Iste Oguzcan'in... sevdigim sairin bu guzel siirini dinlerkende.. kendimden kopup gidiyorum bir sekilde. Muzik içime islerken, birden nakarati ile irkiliyorum. O umitsizligin içinde, bir yalvaris, bir yakaris... sevgiliye özlem..

Birakma beni, insanlar kötü diyor ya.. Demek ki siirin yazildigi vakitlerde insanlar kötüymüs. Bazen yasadiklarimizi sadece kendi çagimiza ait sanariz ama insanlarin asirlardir degismeyen "insancil" içgüdüleri varmis.. Karman corban hallerdeyim, birakma beni korkuyorum.. Deli deli otlar buyutme icinde n'olur. Dünyayi tek basina sirtlanman da gerekmiyor artik. Neden boyle yapiyorsun ki?

Senin canin yandiginda, benim de içim sizliyor..

23 Eylül 2008 Salı

BEN X'e tesekkur

Ben X filmini gerçekten severek çevirmistim, izleyen arkadaslarda sag olsunlar benimle hem fikir olduklarini gösterdiler. Aslinda farkli "ilginç" film çevirilerim oldu ama sanirim Ben X insanlarin içinde bir seyleri uyandirdi, bazi insani duygularimizi tetikledi. 20'den fazla tesekkür emaili geldi, bazilarini sizlerle paylasmak isterim:
asil begendiginiz için de ben tesekkür ederim :)

***
İzlediğim bir filmi beğendiğim çok görülmemiştir ama benX gerçekten hoş bir filmdi.. Altyazı sitelerinde sadece sizin çevirdiğiniz altyazı vardı ve bu güzel film anısına size teşekkür etmek istedim.. Cevap yazmanıza gerek yok sadece; teşekkürler..

***
Hayatimda izledigim en guzel filmlerden biri olan Ben X'in altyazisi icin gosterdiginiz emek ve zamana tesekkurler. Elinize saglik, basarilar dilerim..

***
Ben X çevirin muhteşem olmuş, ne diyeceğimi bilemiyorum sabahın köründe damn it! serinlikle beraber içime işledi film, çeviri için saol..

***
Muhteşemdi...
Bunu izlememi sağladığınız için
çoookkk.. çookkk teşekkürler....
Elinize ve aklınız sağlık......
İyi ki varsınız.....
Not: cevap beklemiyorum.

***
merhaba,
email adresinizi BenX filminin altyazısında gördüm.
sadece merak ettiğim şey, acaba KKTC 'de üniversite okudunuz mu? onu öğrenmek istiyorum.
kolay gelsin, saygılar ...

***
dün gece izlediğim filmin sonuna imzanı atmışsın altyazılar sana aitmiş filmin adı BENX teşekkür etmek istedim sadece...

neyse... güzel bak kendine...

***
Merhaba Aybike,
Bu sabah, senin güzide çevirinle bezenmiş olan Ben X adlı şaheseri izledim. Beni içten bir biçimde etkileyen nadir filmlerden biriydi, senin de katkınla tabii ki. Bu güzel filme, ancak bu kadar kusursuz bir altyazı yakışırdı. En küçük bir hataya yer bırakmadan tüm filmi doyasıya yaşamamı sağlayan, akıcı ve yalın bir çeviriye imza atmışsın. Bu harikulade çevirin sayesinde Felemenkçe bir filmi, sanki anadilimmişçesine izledim, sevdiklerime de izlettireceğim. Çeviri kabiliyetine hayran olmamak mümkün değil...

***
Merhaba ve iyi geceler.

Biraz önce seyrettim çeviriniz olan filmi. Tam sonunda "kim olsa da göstersem, kim olsa da söylesem" diye kursağımda kalmışken sizin mail adresinizi gördüm. Bazı olayları da bizzat yaşadığım için geçmişte, eh, açıkçası anıra anıra ağladım burda.

Çeviri için elinizi sağlık.
Selam ve Sevgiler

***
merhabalar!
az önce çevirdiğin ben x filmini izledim hayatımda izlediğim en güzel filmlerden biriydi sana çoookk çooook çoook teşekkür ederim eğer çevirdiğin başka filmler varsa onları da izlemekten çok mutlu olurum bu filmi çevirmekle en azından bana hayatımın en güzel filmini izletme olanağı verdin diline yüreğine sağlık.bir çok insana izletilmesi gereken bir film.dediğim gibi çevirdiğin başka filmler varsa izlemekten çok mutlu olurum..

iyi günler...

***
birşey sormak istiyorum da onun için rahatsız ediyorum. Ben X'i seyrettim.
Çeviri : Aybike Gülfem yazıyordu, sen mi çevirdin türkçeye?
Film çok güzel zaten eline sağlık :) benim de merakım var swedish, norwegian dır falandır. ondan sordum

hadi ya ben swedish sandım gerçekten : ) ayrıca "kokusu bile yeterdi.. henüz keşfedilmemiş bir adada keşfedilmeyi bekleyen bir mevsimin kokusu. o güzel boynunu bana çevirmiş manzayarı seyrederken ben dudaklarımı aynı bir bayrak gibi özgürlüğümün nişanesi olarak oraya nasıl yerleştiriceğimi düşünüyordum." ben hayatımda böyle bir sıfat duymadım ya çok güzel :D neyse teşekkür ederim bilgi için. gerçekten swedish sanmıştım dutch mı$. :)

***
Altyazı çevirmek ayrı bir şey; yaptığın çeviriye kendini adamak ayrı bir şeydir. Aybike'nin yaptığı çevirilere kendini adaması ve çevirirken filmle bütünleşmesi, yaptığı işin kalitesini bir kaç daha arttırıyor. Kendisine bu denli özenli ve özverili çeviri yaptığı için teşekkür ederim.

14 Eylül 2008 Pazar

Kalbin üzerinde titreyen hüzün (2)

Söz başı
(yazarın kaleminden)


Kimi zaman sevdiğimizin ne olduğunu bilmeden severiz. Ve insan henüz neyi sevdiğini bilmediği böyle zamanlarda O’ndan başkasını sevdiğini zannedebilir... Oysa sevmek, en fazla, neyi sevdiğini fark etmek demektir ve seven biraz da neyi sevdiğini bilendir. Her aşk O’na çıkar sonunda, O’ndan başkasını sevmek imkânsız gibidir. Seven neyi sevdiğini bilse de bu böyledir, bilmese de bu böyledir.

Bu yüzden değil mi ki kendini kaybetmek gibi görünen aşk, aslında kendini bilmek. İstese de insan O’ndan özgeyi sevme şansı yok. Şans sözcüğü yok lügatlerde bundan böyle. O’ndan özgeyi sevme ihtimali yok. Ve neyi sevdiğini bilenle bilmeyen arasındaki fark sadece bilmenin bilincinden ibaret.

Sevginin yanılgısı yok. Yanlış olan neyi sevdiğini bilmemek ve yolu yanlış çizmek. Hangi kaynaktan geldiğini suyun, hangi dağın üstünden döküldüğünü aydınlığın, bilmemek. Bilmemek yanlış kılar sevgiyi.

Züleyha ki Yûsuf’u sevdi. İbtida, neyi ve kimi sevdiğini bilmedi. Sonra aşkın kaynağını bildi, Yûsuf’u değil, Yûsuf’ta tecellâ eden nuru sevdiğini fark etti. Yûsuf önce aşkın kaynağını bildi sonra nurun Züleyha sûretinde tecellâ ettiğini fark etti. Biri sûretten nura yükselirken diğeri nurun sûrette tecellâ ettiğini idrak etti.

İşte bütün hikâye: Kim düştü kuyuya, Yûsuf mu, Yakub mu, Züleyha mı? Zindan kimin kader, Yûsuf’un mu, Yakub’un mu, yoksa Züleyha’nın mı? Yûsuf, Yakub ve Züleyha yok aslında. Hepsi bir, hepsi O bir, hepsi tek bir.

Her Yûsuf u Züleyha bir öncekinin hem aynı hem başkası. Bu da öyle. Ayna aynı, kitap farklı.

YÛSUF ile ZÜLEYHA
kalbin üzerinde titreyen hüzün

Nazan BEKİROĞLU


si-murg beye özel teşekkürlerimle

Kalbin üzerinde titreyen hüzün (1)

Yusuf'un kuyuya atıldığına şahit olan kurt anlatır:
Ben, diye başladı, garip bir adım var şu coğrafyada, şu tarihte, şu edebiyatta. Şaşılası bir bahtım var benim. Kimi adım zafer anlamına gelmekte. Mertlik benim, şan benim. Hani neredeyse şu mor yeleli arslanlar olmasa, taç benim, taht benim, erk benim. Özgürüm ben, özgürlüğüme bedel öderim....

Aile hayatım vardır, eşime sadık, çocuklarıma babayım. Terk etmem onları sağ kaldığım müddetce. Dağlar mekanımdır, adımın arkasında yatan efsaneler vardır. Görkemli başım görüntü bırakır kimi bayraklarda. Ne benzetmeler ne imgeler oluşur etrafımda. Hal böyleyken, ben de anlamam nedendir, dedim ya şaşılası bir bahtım var benim, bazen de kirlilikle özdesleşir şerefli ismim. Sanki ben aynı anda iki şeyim. Hain ben olurum. Yol kesici, parçalayan, kan emici. Arkadan saldıran, şerefsizce ve namert.e vuran. Çalarmışım, çırparmışım, soyarmışım; ben.

Ama şimdi öyle bir kara sürüldü ki anlıma, öyle bir iftira atıldı ki bana; temizlemesem, bu yüz karasıyla yaşamama imkan yok. Temizlemeye kalksam, gücüm yeter mi bilmem! Duydunuz işte, duyduk hep birlikte. Ne dedi Yusuf'un kardeşleri; Deriz ki Yusuf'u kurt yedi. Anlatacaklar şimdi herkese. Kerhesler böyle bilecek beni. Yakub da öyle bilecek... Nasıl herkese duyurayım da sesimi diyeyim: Bu anlattığınız ben değilim, ben bu anlattığınız değilim. Yusuf'u ben nasıl yerim? Ben Yusuf'u nasıl yerim?

****
Yusuf'un Züleyha yanında büyümesi:
Yusuf bir güzel çocuk. Züleyha her kadın kadar çocuk. Züleyha, kendi içinde mevcut çocuğun masumluğuyla, kendisine köle olarak getirilen Yusuf'a hiç kıyamadı. Yusuf incinmesin, Yusuf üzülmesin. Aman Yusuf yorulmasın. Bir masal anlatayım Yusuf bak sana. Yusuf benim içimde de masallar uyuyor söz aramızda, hala. Bak Yusuf, sudan çıkan ışıklı bir düş arabası gibi doğuyor ay, işte tam şurada. Hadi sen de çölün öbür tarafında güneş nasıl doğar nasıl batar, anlat bana.

Yumma Yusuf gözlerini, dinle beni. Uyku mu esir aldı benim güzelimi. Haydi şu ırmakta ıslatalım saçlarınıö gözlerini. Canın mı acıdı, ver parmağını öpeyim de geçsin. Yusuf anlatsana, kuyunun karanlıklarında çok mu korktun? Kervanlar getirirken seni çölün bu tarafına çok mu yoruldun? Yusuf. Yusuf. Yusuf...

YÛSUF ile ZÜLEYHA
kalbin üzerinde titreyen hüzün

Nazan BEKİROĞLU

13 Eylül 2008 Cumartesi

Desiderata

Go placidly amid the noise and haste, and remember what peace there may be in silence. As far as possible, without surrender, be on good terms with all persons. Speak your truth quietly and clearly; and listen to others, even to the dull and ignorant; they too have their story.

Avoid loud and aggressive persons, they are vexations to the spirit. If you compare yourself with others, you may become vain and bitter, for always there will be greater and lesser persons than yourself.enjoy your achievements as well as your plans.

Keep interested in your own career, however humble; it is a real possession in the changing fortunes of time.exercise caution in your business affairs, for the world is full of trickery. But let this not blind you to what virtue there is; many persons strive for high ideals, and everywhere life is full of heroism.

Be yourself. Especially do not feign affection. Neither be cynical about love; for in the face of all aridity and disenchantment it is as perennial as the grass. Take kindly the counsel of the years, gracefully surrendering the things of youth. Nurture strength of spirit to shield you in sudden misfortune. But do not distress yourself with dark imaginings. Many fears are born of fatigue and loneliness.

Beyond a wholesome discipline, be gentle with yourself. You are a child of the universe no less than the trees and the stars; you have a right to be here. And whether or not it is clear to you, no doubt the universe is unfolding as it should.

Therefore be at peace with god, whatever you conceive him to be. And whatever your labors and aspirations, in the noisy confusion of life, keep peace with your soul. With all its sham, drudgery and broken dreams, it is still a beautiful world.
Be careful. Strive to be happy.


Max Ehrmann, 1927

6 Eylül 2008 Cumartesi

Bursa'da Zaman


Ulu Cami
Bursa'da eski bir cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinden gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camileri eski bahçeler,
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yadını gelen geçene.

Bu hayalde uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman,

Yeşil Türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk Bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayal içinde... ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevi ahenk.
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belki de rüyası büyük cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Ahmet Hamdi Tanpınar


Kaplikaya

1 Eylül 2008 Pazartesi

Benimle ol..



Theresa Chan'ın hayatı ve
otobiyografisinden esinlenilmiştir.

Gerçekten var mı gerçek aşk, sevdiğim?
Tabii ki var, sımsıcaksa yüreğin.

Aşk ölmez, her ne kadar bedenler her türlü acıdan ölse de.
Aşk, sadece ne olduğunu bilmediğinde kaybolur.

9 Temmuz 1943'te Sago Lane'de doğmuşum.
Ailem beni seviyor ve benimle gurur duyuyordu.
Ama mutulukları uzun sürmedi.
Sağırlığıma neyin sebep olduğu hakkında fazla bir bilgi yoktu.

İşitmeyi yitirdim. Ve şimdi görmeyi de yitirmiş sayılırım.
Renklerin değiştiğini ve siyah noktalar görmeye başladım.
Ailem tedavi için beni hemen hastaneye götürmedi.
Her sabah doktorlar beni muayeneetmeye geldiklerinde
onlara, bir daha görebilecek miyim diye sorardım.

Kör oldum.
Sessiz ve karanlık bir hapiste yaşıyormuşum gibi geliyordu.
Hayatta olduğum sürece ve cennetin sevgisi tarafından
korunduğum sürece hiçbir şeyin fark etmediğini söylerdim kendime.

1960'ın sonlarında kendimi Amerika'da buldum.
O zamanlar ıngilizce konuşamıyordum.
Ve en önemli şeyler arasında bana konuşmayı öğretmek vardı.
Benim gibi hem sağır hem de kör olan birisi için tamamen
yeni bir dil öğrenmek birçok insana göre çok şaşırtıcı olsa gerek...


Benimle Ol - altyazı
Be with me (2005) - Singapore

Ortada bir niyet varsa,bir çözüm yolu da vardır.
Azim, dünyadaki en zor ve en cesaret kırıcı şeyleri yenebilir.






Haydi gel benimle ol - Sezen
Bende zincirlere sığmayan o deli sevdalardan
Kızgın çöllerde rastlanmayan büyülü rüyalardan
Kolay kolay taşınmayan doludizgin duygulardan
Yalanlardan dolanlardan daha güçlü bir yürek var

Haydi gel benimle ol oturup yıldızlardan
Bakalım dünyadaki neslimize
Ordaki sevgililer özenip birer birer
Gün olur erişirler ikimize

Uzanıp yüreğinin ateşiyle yeniden
Yıldızları tek tek yakacağım
Sarılıp güneşlere sevgimizle göklerden
Mavi mavi taçlar takacağım

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Ask tuttu elimden benim



Ben kuslardan da küçüktüm, bir gece vaktiydi
Ask tutttu elimden benim
Geçtim düsler sokagindan, bir gece vaktiydi
Ceplerimde haci yatmazlar

Yagmur yagsa, uykum kaçsa
Bir kus konsa badi parmagima
Aglardim bir basima

Sevdadandir, sevdadandir
Sevdadandir dedi annem, aldirma
Aldirma, gel yanima

Kaç mevsim ask pazarinda geçti yalanlarla
Düs sattim aldanmislara
Aklim kaçiverdi elimden bir gece vaktiydi
Sevdigim baska sevenim baska..

18 Temmuz 2008 Cuma

Aybi goes Turkey

Merhaba,

fazla vaktim yok gecenin bir yarısı...
İstanbul Kartal'dan selamlaaaaaaaar...

Yarın Üsküdar'a sonra da Beşiktaş'a gececez...
düt dütt :Pp

7 Temmuz 2008 Pazartesi

BLD goes BJK



Bugun guzel bir gundu, 8de is basi yaptik ama saat 9 bucuga kadar bos bos oturduk, yani herkes degilde, genel olarak.. simdi birde 2006 vergi yilinin bitmesi gerekiyordu coktaaaan ama.. iste bir turlu bitiremediler, bizide oyaliyorlar, gereksiz gereksiz proefproductie yapmalarla.. Neyse iste.

Gecen hafta hem benim, hemde Murat'in dogum gunu oldugundan bizimkiler bize ufak hediye ve kart almislar sag olsunlar.. hic sevmem oysa hediyeyi. Yani almasini cok severim ama bana hediye verildigi zaman cok mahcup hissederim kendimi, kizarir bozaririm falan :P neyse iste sag olsunlar ya, sevindirdiler yine de :)



Iste gecen hafta persembe gunu isten sonra Murat ve Ekrem, ki ikiside benim gibi Besiktas'lidir Salzburg'a gittiler Besiktas kampina. Benide goturun, benide goturun demistim ama saka yaptigimi sandilar sanirim :P hehehe.. Neyse iste persembe gidip, cumartesi geri donmusler, araba ile 1000 kilometrecik yolu... Ustelik ayni otelde kalmislar, birlikte yemek sonrasi sohbet etmisler, Ekrem formasini getirdi bende dedim firsat bu firsat resim cekeyim :D Resim basina 5 euro istedi ustelik bir de utanmaz :Pp Vermedim o ayri :) O 2 resim cektigimi saniyor ama o arada 5 tane cektim, konusacagim diye baktigi mi var :) (formayi bloguma koydugumu ogrense keser beni sanirim, neyse herkes her seyi bilmek zorunda degil ki :P)
Cok eglenceli gecmis ya.. otelin parasi biraz tuzlu olsada, her sene yapacagin bir sey degil bu, onun icin, ustelik Delgado'nun, Nobre'nin, Bobo'nun tshirtlerini almislar (terli terli ustelik :P ) Heyecanli maceralarini biraz bize anlattilar iste.. Gunun geri kalan kisminida pinekledik, umariz yarinda aynen bugunki gibi bos bir gun olur :D


6 Temmuz 2008 Pazar

Oseam


Jeong Chae-bong tarafından yazılan ve ilk kez 1983 yılında Güney Kore'de yayımlanan "Oseam" adlı masal 100.000 adetten fazla satmıştır.

Hem yetim, hem de öksüz olan 5 yaşındaki sevimli Gilson ve güzeller güzeli ablası Gami kışın gidecek bir evleri olmadığı için budist tapınağında yaşamaya başlarlar. Bir gece Gami annesini rüyasında görür. Saf ve temiz bir kalbi olan, çiçeklerle, hayvanlarla hatta bulutlarla arkadaşlık kurabilen Gilson da annesini görmeyi çok istemektedir. Bunun için budist rahibiyle birlikte uzak bir dağa yolculuk yaparlar. Gilson o dağ başında annesini görecek midir acaba?



İlk Uzak Doğu, ilk Kore ve ilk anime cevirim olduğundan, Oseam benim için özel bir filmdir. Gami kızımızın bir rahatsızlığı vardır, buna rağmen elinden geldiğince kardeşi Gilson'a gözü gibi bakmaya çalışır. Üzerine bir anne gibi titrer. Misafir oldukları tapınakda Gilson afacanlıklarıyla ortalığı karıştırır. Kar eridiktenten sonra annelerini aramaya gideceklerine söz veriri ablası, ama aslında böyle bir imkan, böyle bir ihtimal yoktur. Sırf küçük çocuğun saf ve temiz duygularını hayal kırıklığına uğratmamak için ona yalan söyler. Gilson daha sonra bir rahiple birlikte uzakta olan bir inziva evine çekilmek için yola koyulur. Orada belki annesini görebilecek bilgileri edinecektir..

Oseam 5 yaş (yaşında) demek. Anime her ne kadar aile türü olarak gösterilsede, çocuklar için sakıncalı olabilir, animede giderek büyüyen hüzün ve ağır konusu çocuk için sakıncalı olabilir. Zaten yetişkinler için yazılmiş bir hikayeden esinlenerek uyarlanmığtır. Kore insanının ses tonunu bilirsiniz, sakin yumuşak, duygulsal ve sevecendir, aynı abla Gami'nin sesi gibi. Sepia ayırlıklı renkler insanı rahatlatmakta. Dinsel ögeler çok, malum büyük bir kısmı takınakta, rahiplerin arasında geçmekte. Filmin müziği, görüntüleri insanı bam başka diyarlara alıp götürüyor.

Film ayrıca 2004 yılında Cannes Film Festivalinde anime için büyük ödüle layik görülmüştür. Her izlediğimde mutlaka ağlarım, hatta geçen altyazıdan birkaç cümle eklerim diye okurken, gözlerim yine doldu. Bu iki çocuğun masumiyeti, saflığı ve hayata karşı vermeleri gereken zor sınav beni derinden etkilemiştir. Belki de gereğinden fazla kendimi onların yerine koyup, hüzünlerini derinden hissettiğimdendir. Ben çok seviyorum, umarım sizde beğenerek izlersiniz!




Sana annemi tekrar anlatayım mı?
Ön bahçemizde küçük bir tahta beşik vardı.
Evet! Ben orada oturup, patates ve mısır yerdim, değil mi?
Geceleri yıldızlara bakar ve annemin masal anlatmasını dinlerdik.
Güneş ve ay hakkında olanı mı?
Ve kaplanla kurutulmuş hurma masalını?
Evet! Sonra uykumuz gelirdi.
Kafalarımız annemin kucağında, uykuya dalardık.

Gami, annemi tüm kalbimle çağırdım, ama o hâlâ gelmedi.
Gami, onu nasıl duyacağımı söyle bana...